29 Kasım 2013 Cuma

Birecik Kalesi






Tarihi MÖ 2000 yılına kadar dayanır. Hitit, Asur, Pers, Makedon, Bizans ve Arap egemenliğinin izlerini taşıyan şehir, Selçuklular'dan itibaren Türkler'in egemenliğine girmiştir. Adını Birtho'dan aldığı sanılmaktadır. Birtho Asurilerin konuştuğu kadim Arami dilinde tepe demektir. Birecik'in en eski yapısı olup 12 burcundan sadece biri ayakta kalan kalenin kayalık bir tepenin üstünde kurulu olması bu olasılığı güçlendirmektedir. İlçe halkı tahıl ve baklagiller tarımıyla meşgul olur. Fıstık yetiştirme de ilçenin ekonomik hayatında çok önemli bir yer tutar.
Birecik Köprüsü, Birecik ilçesinde Fırat ırmağı üzerindedir. Geçmişte Şanlıurfa-Gaziantep karayolu, Birecik’te kesintiye uğruyor, ırmak bu noktada kayık ve sallarla geçildikten sonra yolculuğa devam ediliyordu. 1951 yılı ortalarında burada bir köprünün yapımına başlandı. 1956 yılı başlarında biten Birecik Köprüsü 720 m uzunluğunda ve 10 m genişlediğindedir. Yolun her iki tarafında yayaların geçmesi için birer metrelik kesimler ayrılmıştır. Birecik tarafında 55’er metre açıklıkta 5 kemer, Gaziantep tarafında ise 26'şar metre açıklıkta 14 bölümü vardır.
Kelaynak kuşlarıyla ünlü, Fırat nehrinin çekiciliği ile doğal ve tarihi eserleriyle göze hoş gelen bir ilçedir. Birecik köprüsü Türkiye'nin ikinci uzun ırmak köprüsüdür. Birecik kuzeyinde Birecik Barajı güneyinde ise, Karkamış Barajı arasında göl havzasında kalmaktadır. İlçe ekonomisi genelde Antep fıstığı üreticiliği üzerine kuruludur.

28 Kasım 2013 Perşembe

Kelaynaklar


Nuh Peygamberin bereket sembolü olarak “Tufan”da gemisine aldığı Kelaynaklar (Geronticus eremita) geçmişte Türkiye’den Kuzey Afrika’ya, Arap Yarımadası’ndan Fas’a kadar çok geniş bir bölgede ürerlermiş. Fakat avcılık, üreme alanlarında rahatsız edilmeleri, yaşam alanlarının değişmesi ve beslenme alanlarında kullanılan zirai  ilaçlardan zehirlenmeleri sonucunda sayılarında ciddi azalma ve dağılım gösterdikleri alanlarda daralma meydana gelmiştir. Bugün, kelaynaklar nesli tükenmekle karşı karşıya olan kuş türlerinden birisidir. Kelaynaklar dünyada sadece Nil Vadisi’nde ve Birecik’te bulunmaktadırlar.



NEDEN BİRECİK   ? 
Kelaynakların (Geronticus eremita’ların) üreme için, çok değil, daha elli küsur yıl önce Birecik’in “Kayalar altı”nı seçmesi boşuna değildir. Bu seçimde Aşağı Fırat Havzasının, Güneydoğu platolarına göre ılımlı ikliminin, tarlalardaki haşaratın bu kuşların besinleri oluşunun, ilçenin jeolojik yapısına dahil kayaların alkalik, yani ak ve yumuşak olduğundan dolayı kolay işlenir olmasının, en mühimi de halkın, “Allah’ın bir bereket müjdesi” olduğu bilinci ve inancıyla bu kuşlara ve yumurtalarına zarar vermemesi önemli olmuştur.
Şimdiki deyimiyle “Sevgililer Günü” olan 14 Şubat tarihinde, Kelaynakların Birecik’e göç etmesi dikkat çekicidir. Daha 50 yıl öncesine kadar üremek için geldikleri Birecik’te gökyüzünün bu kuşlarla kaplandığı bilinir. Şubat’ın ilk haftasında Birecik’e gelen kelaynaklar için etkinlikler yapılır, esnaflar ve Fırat kıyısındaki kayıkçılar başta olmak üzere o gün ilçede yöre halkı bayram havası yaşardı.


YAŞAM ÖZELLİKLERİ VE DAVRANIŞLARI 
Kelaynakların başında tüy olmaması, isminin ‘Kelaynak’ olmasına nedendir. Boğazı ve gagası erişkinlerde koyu kırmızıdır. İlk yumurtadan çıktıklarında yavruların kafaları ve boğazları tüylüdür ve yaşları ilerledikçe bu tüyler yok olur. Siyah tüyleri güneş ışığının farklı açılarında parlak yeşil, kavuniçi ve mor renklerini yansıtır, uçuşları ise hayrete düşürecek kadar nadir ve zariftir. Göçmen bir kuş olan Kelaynaklar Üreme Dönemleri olan Şubat-Temmuz aylarını Birecik’te(6 ay), Kış Dönemini de Ağustos-Ocak aylarını Eritre, Etiyopya, Yemen ve Suudi Arabistan’da geçirirler (6 ay) .

Ortalama ömürleri 25-30 yıl olan Kelaynaklar 3-4 yaşlarında erginleşir, 1.0- 1.5 kg . ağırlığa ulaşır ve Kertenkele, Küçük memeliler, Çekirge, Akrep, Örümcek, Danaburnu ve benzeri canlılarla beslenir. Yılda bir defa ve 1-3 yumurta yapar, kuluçka süreleri 4 hafta kadardır. Erkek ve dişilerin belirgin özellikleri bulunmamakta ve aynı davranışları göstermektedirler. Bu kuşların en önemli bir özelliği de “tek eşli” olmaları, eşlerine çok sadık olmalarıdır. Öyle ki eşi ölen bazı Kelaynak kuşlarının yemeyi içmeyi terk edip, yada kendini kayalardan aşağı bırakarak intiharı seçtikleri çok görülmüştür.

Kelaynaklar çok sosyaldirler. Sabahın erken saatlerinde grup halinde geceledikleri alandan ayrılıp 10- 15 km uzaktaki beslenme alanlarına doğru yola çıkarlar. Uzun ve kavisli olan gagalarını kullanarak toprağı veya çalıları didikleyip yem ararlar. Kelaynaklar etçillerdir ve böcek, kertenkele, çekirge, yılan, karınca, akrep gibi kurak alanlarda bulunan canlılarla beslenirler.

Geçmişte koloni halinde üreyen kelaynakların sayısı binlerce bireyi buluyordu. Yılın ilk aylarında üremeye başlayan kelaynaklar Şubat, Mart aylarında yuvalarını yaparlar. Ortalama yumurta sayısı 3-4 adettir. Bilimsel çalışmalar sonucunda bu 3-4 yumurtadan genellikle 1 veya 2’si yaşamayı başarıyorlar. Yuvalama alanlarını dik kayalıkların dar çıkıntılarını seçerek yuvalarını birçok yırtıcı hayvan ve insandan korurlar.

Yavrular koyu gri renkli olurlar. Yavrular yuvada dolanırken düşme tehlikesi yaşarlar. Yumurtadan çıktıktan 2 ay sonra yavrular palazlanır ve erişkin kuşlarla beraber beslenme alanlarına doğru uçmaya başlarlar. Kendi başlarına beslenene kadar 2-3 ay kadar yavruları beslenme alanlarında ebeveynleri beslemeye devam ederler. Birecik’teki kelaynaklar, Fas’ta göç etmeyen kelaynakların tersine, güneye doğru göç ederler

TEHDİTLER 
Kelaynakların yok olmasının birçok nedeni vardır. Avcılık eskiden bazı kuşların yok olmasına neden oldu. Bozkırların ve geleneksel tarım yapılan arazilerin kaybı beslenme alanlarının yok olmasına, üreme alanlarındaki insan baskısı ise üreme başarısını azalttı. 1950’lerde çekirge salgınına karşı yapılan yoğun zirai ilaç (DDT) uygulaması Birecik’teki kelaynakların çok hızlı bir şekilde yok olmasına neden oldu. Kurtulmayı başaranlar ise birçok sene yumurta çıkaramadı.

1990 yılından bu yana, Birecik’teki yarı-yabani kuşlar üreme dönemine hazırlık için Şubat-Mart aylarında kafeslerden çıkarılıyorlar ve göç zamanına doğru Temmuz-Ağustos aylarında tekrar kafeslere alınıyorlar. Bu dönem içerisinde kuşlar doğal ortamlarında serbestçe uçabiliyorlar ve ürüyorlar. Üretme istasyonunun içindeki kayalıklar ve tahta yuvalarda üreyen kelaynaklara günde iki kere yem veriliyor. Kuşlar aynı zamanda Fırat’ın kenarındaki alanlara da gidip besleniyorlar.

Birecik’te 110 adet, Fas’ta iki koloni halinde 350 adet ve Avrupa ile Amerika’daki hayvanat bahçelerinde Fas orijinli 1000 adet Kelaynak kuşu bulunmaktadır. Fas orijinli Kelaynaklar yerleşik olup, sadece Birecik Kelaynakları göçmen kuş özelliğine sahiptir.
KELAYNAK ÜRETME İSTASYONU

Kelaynak üretme istasyonu, Dünyada yok olan ve sadece Birecik’te varlıklarını sürdüren göçmen Kelaynak kuşlarının tamamen yok olmaması amacıyla bir kısmının göç öncesi kafeslere alınmıştır. Göçe gidenlerin dönüşüyle birlikte, tekrar doğaya bırakılarak yarı vahşi olarak varlıklarını sürdürmeleri amacıyla Orman Genel Müdürlüğü tarafından “Kelaynak Üretme İstasyonu” 1977 yılında kurulmuştur.
1990 yılına kadar göç etmesine izin verilen Kelaynakların dönüşleri devam etmiş, fakat 1990 yılında sadece bir kuş dönmüştür.
1997 yılına kadar kafeslere alınan Kelaynakların göç etmesine bu yıl devam edilmiş ve 25 adet kuş bırakılmıştır. Ancak dönüş olmayınca bırakılmaya 1998 yılından itibaren son verilmiştir.
İstasyondaki kuşların beslenmesi için her Kelaynak kuşuna günlük olarak; 100 gr. kırmızı et, 14 gr. tuzsuz peynir, 44 gr. havuç, 44 gr. civciv yemi ve 0.13 adet haşlanmış tavuk yumurtası iki öğün halinde taze olarak karıştırılarak verilir.
1990 yılından beri Kelaynak kuşlarının göç ile geri dönmemeleri ve 1998 yılından beri göçe kuş bırakılmaması ile İstasyondaki kuşlarının davranışlarının izlenmesi, kaydedilmesi konularından hareket edilerek BİRECİK KAYMAKAMLIĞI ile ÇEVRE VE ORMAN BAKANLIĞI arasında 20.03.2007 tarihinde iki adet PROTOKOL imzalanmıştır.


(1)nolu Kelaynak Protokol’ü ile Kaymakamlık tarafından Üretme İstasyonundaki Kelaynak kuşlarının Kapalı Devre Kamera Sistemi ile izlenmesi sistemi kurulmuştur. Bu sistem ile Kelaynakların izlenmesi ve canlı görüntülerin Internet üzerinden insanlığın hizmetine sunulmasına başlanmıştır. (2)nolu Kelaynak Protokol’ü ile 1997 yılından beri göçe bırakılmayan Kelaynak kuşlarından bir kısmına uydu takip cihazı takılarak göçe gönderilmesi ve bu kuşlardan gönderilen verilerin değerlendirilmesi ve Internet üzerinden yayınlanması amaçlanmıştır. Bunun için gerekli olan çalışmalar tamamlanmış ve Kelaynakların göç zamanı olan Ağustos’un ilk haftası üç aileden toplam 5 Kelaynak kuşlarımız göç yoluna bırakılmıştır.


Dünyada sadece Birecik’te ve Fas’ta bulunan kelaynakların bir özelliği de tek eşli olmalarıdır.Bolluk ve bereketi simgeleyen ve Birecik’in sembolü olan Kelaynakların yok olmaması ve gelecek nesillere aktarılması için İlçe Kaymakamlığınca tüm olanaklar seferber edilerek, sivil toplum örgütleriyle de işbirliği yaparak çalışmalar en iyi şekilde devam etmektedir.











Şanlırfa Sıra Geceleri


Sıra gecesi veya Sıra geceleri ya da Urfa'da bilinen adıyla Sıra Gezmek , Türkiye'de Şanlıurfa iliyle özdeşleşen halk kültüründe ses, saz ve söz üzerine sohbet yapılan toplantı ve aktüalite meclisidir. Sıra gecesi tam anlamıyla baştan sona musikimuhabbet ve edebiyat bütünü olarak ele alınabilir. Sıra geceleri Ariflerin söze geldiği, çırakların dize geldiği, şiirlerin saza geldiği gecelerdir. Sıra gecelerinin günümüzde en çok bilinen ve tanınan sanatçısı Kazancı Bedih'tir. Sıra kelimesinin kullanılması, gecelerin sırasıyla herkesin evinde yapılmasından kaynaklanmaktadır.
Halkın içinden gelen ve günümüze kadar yaşatılmış bir gelenektir. Sıra geceleri genel olarak erkekler arasında yapılır. Buralara çocuklar küçük yaşlarda götürülerek; cemaat ile oturup, kalkmayı, dinlemeyi veadab-ı muaşerat öğrenirler. Halk içerisinden çıkan müzisyen ve şarkıcılar bu gecelerde özellikle uzun hava başta olmak üzere yöresel türkü ve şarkılar ile şiirleri seslendirirler. Terbiye veren ve öğreten bir yer olduğu için örneğin, bu gecelerde bir gazelin tek hecesini yanlış okuyan bir sanatçı bir daha utandığından dolayı bu gecelere uzun süre tekrar katılmazdı.[2]
Sıra gecelerinde, ikramın da bir o kadar bol tutulması da gelenek ve göreneklerdendir. Ayrıca bu gruplara diğer sıradakilere haber verilmeden başka misafir çağrılmazdı. Gecelerde saz ve sözün yanı sıra "Fincan saklama" veya "Tolaka" gibi oyunlarda oynanılarak vakit geçirilirdi. Bu nedenlerden dolayı sıra geceleri aynı kültürdeki bu insanlar arasında bir dayanışma alanına da dönüşmüştür.
Sıra geceleri Şanlıurfa'nın tarihinde de önemli bir yer tutmaktadır. İngilizler 24 Mart 1919'de Mondros mütarekesinin 7'nci maddesi gereğince Urfa'yı işgale başladıklarında ufak grupları bulmak ve dağıtmak için ajanlar kullanıyorlardı. Halkın bir arada bulunmasını istemiyorlardı. Fakat 5 Eylül 1919'da 12 kişi Binbaşı Ali Rıza beyin önderliğinde gözlerden uzak bir yerde düzenlenen sıra gecesinde bir araya gelmişlerdi. Gece yarısı binbaşı Ali Rıza bey ve arkadaşları Müdafa-i Hukuk Urfa şubesini işte bu sıra gecesi esnasında kurmuşlardır. Ve oniki arkadaş Urfayı düşman işgalinden kurtarmak için kuran-ı kerime el basarak yemin etmesiyle birlikte, Urfa için kurtuluş savaşı başlamıştır.
Günümüzde sıra gecelerinin yaşanan dejenerasyon nedeniyle biraz daha yozlaştırıldığı ve günümüz sıra gecelerinde musikinin arka plana atılarak pavyon müziği yapıldığı iddia edilmektedir. Bunların yanı sıra geçmişte sıra gecelerinde çalan ve söyleyen sanatçıların bazılarının para kazanmak için başka illere gittikleri ve o illerde vefat ettikleri belirtilmektedir. Sıra geceleri için Şanlıurfa'dan bazı kişiler patent başvurusunda bulunmuşlar ve aynı Şanlıurfa'ya özgü İsot biberi gibi patent almaya çalışmışlardır.













Şanlıurfa Belgeseli



Şanlıurfa

Şanlıurfa
—  İl  —
İlin Türkiye'deki konumu
İlin Türkiye'deki konumu
Şanlıurfa haritası
Şanlıurfa haritası
ÜlkeTürkiye
Coğrafi bölgeGüneydoğu Anadolu
Yönetim
 - ValiCelalettin Güvenç
Yüz ölçümü
 - Toplam18,584 km2 (7,2 mi2)
Nüfus (2012)[1]
 - Toplam1.762.075
 - Yoğunluk87,88/km² (227,6/sq mi)
 - Kır786.620
 - Şehir975.455
Zaman dilimiDAZD (+2)
 - Yaz (YSU)DAYZD (+3)
İl alan kodu414
İl plaka kodu63
Web sitesi: şanlıurfa.gov.tr
Şanlıurfa (Eski ve kısa adı: Urfa)Türkiye Cumhuriyeti'nin Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yer alan, doğuda Mardin, batıda Gaziantep, kuzeydeAdıyaman, kuzeybatıda Diyarbakır illeri ve güneyde Suriye sınırı ile çevrelenmiş bir sınır ilidir. Şehrin eski isimleri Ur, Urhoy, Urhei, Orhei, Orhayi, Ruhai, Ruhha, Ar-Ruha, Reha ve Edessa'dır. Kurtuluş Savaşında gösterdiği başarının hatırasından dolayı 1984 yılından sonra Şanlı ünvanını almıştır.
2010 yılı TÜİK verilerine göre Şanlıurfa ilinde merkez ilçeyle birlikte 11 ilçe, 26 belediye, 30 bucak, 1146 köy ve 1624 köy altı yerleşim yeri vardır.Ortalama yükseltisi 518 metre olan Şanlıurfa 18,584 km2'lik (D.İ.E. 1997) alanı ile yüzölçümü açısından Türkiye'nin 7. büyük ilidir. Şanlıurfa merkez, ilçe ve köylerinde ağırlıklı olarak TürkKürtZazaArap çok az olarak da ÇerkezAcemAfgan ve Ermeni kökenli insanlar yaşamaktadır.


Şanlıurfa'nın ilçeleri ise
şunlardır: MerkezAkçakaleBirecikBozovaCeylanpınarHalfetiHarranHilvanSiverekSuruçViranşehir.
1919 yılında, önce İngilizlerin, daha sonra Fransızların işgaline uğrayan Urfa, 11 Nisan 1920'de Urfalı milisler tarafından işgalden kurtarılmış; Urfa milletvekili Osman Doğan ve 17 arkadaşının, Kurtuluş Savaşında gösterdiği kahramanlıktan dolayı Urfa ilinin adının Şanlıurfa olarak değiştirilmesine ilişkin kanun teklifi TBMM tarafından 6 Aralık 1984 tarihinde kabul edilerek kanunlaşmıştır.

Reji Kilisesi (Aziz Petrus Ve Aziz Paulus Kilisesi)

Şanlıurfa Elli Sekiz Meydanı’nda Nimetullah Camisi’nin yakınında bulunan kilisenin kitabesinden öğrenildiğine göre, Patrik II.Yakup ve Metropolit Aziz Gregorius döneminde, 1861’de Süryaniler tarafından yaptırılmıştır. Kilise, Hz. İsa’nın iki havarisi¬nin anısına inşa edildiğinden onların ismini taşımaktadır. Urfalı Süryanilerin 1924 yılında Halep’e göç edişlerine kadar kilise ve okul olarak kullanılmıştır. 

İç mekâna giriş kapısı üzerinde Süryanice yapım kitabesi bulunmaktadır. Bu kitabenin mealen anlamı şöyledir: 

Bütün dünya sana tapar, diz çöker ve her dil adına şükreder. Salih kişilerin girdikleri Allah'ın evi olan bu kutsal Aziz Petrus ve Aziz Paulus Kilisesi, Patrik II. Yakub ve Metropolit Mar Gregorius David döneminde, mü'min Süryâni-Yakubi halkının yardımıyla 2112 Yunan ş yılında inşa edildi. Rab, katkısı olan herkesi mükâfatlandırsın.” 

Kilise 1924 yılında Tekel İdaresi’ne verilmiş ve burası tütün işleme fabrikası olarak kullanılmıştır. Bundan sonraki yıllarda şaraplık üzüm deposu olmuştur. Fransızcada tekel sözcüğünün karşılığı Regie (Reji) oluşundan ötürü de burası Reji kilisesi olarak anılmıştır. 

Kilise 1998 yılında restore edilmiş, bahçesinden ve duvarlarından çıkarılan Süryani dilinde yazılı 7-8 mezar taşı da bugün Şanlıurfa Müzesi’nde sergilenmektedir. Restorasyon sonrasında Halıcılık Kursu



Atölyesi olarak kullanılan yapı, Şanlıurfa çevre düzenleme ve restorasyon kapsamında 2002 yılında restore edilmiş ve Gençlik Kültür Merkezi’ne dönüştürülmüştür.

Tarihin İlk Üniversitesi Harran Üniversitesi

Dünyadaki ilk üniversite Abbasiler zamanında Bağdat'da kurulmuştur. İlk üniversite,Emeviler tarafından Fas’ın Fez şehrinde kurulan Keyruvan Üniversitesi’dir.Bu üniversite yaklaşık 859 yılında kurulmuştur. Eski Yunan ve Roma dönemlerine ait bazı yüksek eğitim ve öğretim teşkilatlarının da olmasına rağmen bunların günümüzdeki üniversite nitelik ve özelliği yoktur..
Batıda ise üniversiteler İslam medeniyetinin Endülüs Emevi Devleti aracılığıyla Avrupa’ya girmesiyle başlar. Fas, Kurtuba ve Gırnata üniversiteleri, ilim ve fennin kilise ve piskoposların tesirindeki ruhban sınıfına mensup öğretim üyeleri olan okullara girmesine vesile olarak, yalnızca hukuktan ibaret olan öğretim dalına tıp, astronomi, ilahiyat ve benzerlerinin de eklenmesini sağladı.
O vakte kadar Avrupa kralları ve devlet adamları tedavi olmak amacıyla Kurtuba Üniversitesinin Tıp Fakültesine giderlerdi. Hatta dünyanın düz olduğuna inanan Avrupalılar bile Galileo, Kopernik, Newton dünyanın döndüğünü derin ve uzun araştırmalarının sonucunda söyleyince onları suçlu görüp hapsedecek kadar ilim ve fende geriydi.
Bağdat’taki Nizâmiye Medresesi (1065),
Osmanlılardaki ilk üniversite olan İznik Medresesi (1331) gibi örneklerle de Selçuklular ve Osmanlılar döneminde hızla gelişen medrese müessesesi Tanzimata kadar fen derslerinde de söz sâhibiydi. Fen dersleri kaldırılınca ilim ve fenni Endülüs Emevileri aracılığıyla İslâm medeniyetinden alan batı, doğuyu geçmeye başladı.
Daha sonraları (1863) Dârül-Fünun adı altında teşkilâtlanan bu yüksek eğitim-öğretim müessesesi çeşitli safhalardan sonra 1933 yılında İstanbul Üniversitesi olarak yeniden düzenlendi.
Batıda Bologna, Pavia, Revenna ve Paris adları altında gelişmeye başlayan ilk üniversiteler uzun süre psikoposların kontrolünde kalmaya devam etti.
Hattâ Bologna Üniversitesinin rektörleri öğrenciler tarafından seçilmekteydi. Öğrenciler nation denen dört gruba ayrılır ve her grubun lideri rektörün yanında yönetime katılırlardı. Buna rağmen asıl yönetici ve söz sahibi kimseler piskoposluktan gönderilen ve kançı denen kimselerdi. Paris Üniversitesinde ise öğrencilerle birlikte öğretim üyeleri de o yönetimde rol alırlardı. Fakat sonuçta yine kontrol piskoposluğundu. Sonraları üniversite rektörü piskoposluğa karşı otoritesini sağlayarak özerk hale geldi. Bunu takiben papalığa bağlı olmayan İngiliz Oxford ve Cambridge üniversitelerinden sonra 14. yüzyıla kadar çeşitli Avrupa şehirlerinde üniversiteler kuruldu.











Harran Evleri

Şehrin adının ilk geçtiği buluntular MÖ 2250 yıllarına ait Ebla'da bulunan çivi yazılı tabletlerdir. Bu tabletlerde şehir "Ha-ra-an" olarak adlandrılmaktadır. MÖ 2. binyıl başlarına tarihlenen ve Kültepe'yle Mari'de bulunan çivi yazılı tabletlerdeyse kentin adı "Har-ra-na" veya "Ha-ra-na" diye geçmektedir. Kentin adı Sümercede ve Akatçada "seyahat" veya "kervan" anlamına gelen "haran-u" sözcüğünden gelmektedir. Bazı kaynaklar ise bu sözcüğün "kesişen yollar" veya "şiddetli sıcak" anlamına geldiğini öne sürmektedir.[2] Akdeniz ile Dicle Nehri civarındaki ovalar arasındaki konumu nedeniyle şehir bir ticaret merkezi olma özelliği kazanmıştır. Kent, ay tanrıçasına adanmıştır.[3] Kuran'ı Kerim'de adı geçen Nuh'un kavmi olarak kabul edilen ve ehli kitaptan sayılan Sabii'lerin ana vatanı olarak kabul edilir. 11. yüzyılda Şii ayaklanması sırasında Sabii'ler kıtlık ve ayaklanmada tapınaklarını kaybetmişler ve yeryüzünden silinmişlerdir, yerlerine Arap Numayri kavmi yerleşmiştir.
İbni Teymiyye gibi ve Battani gibi alim ve bilim adamının yetiştiği Harran'da Haçlı Seferleri sırasında büyük zararlar görmüş ancak Zengiler ve Eyyubidönemlerinde eski günlerine tekrar kavuşmuştur. Selçuklu Türkleri ve Osmanlılar tarafından yönetilmiştir. Bugün Harran'da yerleşik olan Arap aşiretleri Osmanlının 18. yüzyılda buraya getirip yerleştirdiği bedevi aşiretlerine dayanmaktadır. Sözlü Arap geleneği ve kültürü hala etkisini göstermekte, koni şeklindeki 3.000 yıllık Mezopotamya evleri kültürü ise modern tarzda evlere karşı yok olma ile karşı karşıyadır. Miladi 11. yüzyılda çok geniş yeşil ve verimli bir Mezopotamya şehri iken zamanla çölleşmiştir ancak son zamanlarda Güneydoğu Anadolu Projesi sayesinde Mezopotamya'nın o eski verimli günlerine dönüş olmaya başlamış, tekrar verimli ve yeşil bir coğrafya halini almaya başlamıştır. Bilinçsiz şekilde yapılan vahşi sulama yöntemi yüzünden Harran Ovası tuzlanma problemi ile karşı karşıyadır.












Hz Eyyub Aleyhisselam Hayatı


Hz .Eyyub  Aleyhisselamİsrailoğullarına gönderilen peygamberlerden. Hazret-i İshak’ın oğlu Iys’ın neslindendir. Kendisine yedi kişi îmân etti. Yüz kırk sene yaşadı. Sabrı ile insanlık târihinde darbımeselle anılan Eyyub aleyhisselam, Kur’ân-ı kerîmde zikredilmiştir.

Eyyub aleyhisselamın çok mal ve serveti ile on oğlu vardı. Sürü sürü hayvanları, bağları ve bahçeleri bulunuyordu. Şam civârında Beseniyye mevkıindeki çiftliklerinde binlerce insan çalışırdı. Fakat servetinin çokluğu onu Allah yolundan alıkoymadı. Eyyub aleyhisselam Şam civârında yaşayan insanlara peygamber olarak gönderildi. Onları Allahü teâlâya îmân ve ibâdet etmeye çağırdı. Bu uğurda pekçok zahmet çekti. Sonra malı, evlâdı ve bedeni ile imtihân edildi. Eyyub aleyhisselam çok büyük sıkıntılara göğüs gerdi. Sabrı, kullukta kusûr etmeyip şikâyette bulunmayışı ve başka güzel vasıfları ile ibâdet ehline ve akıl sâhiplerine örnek oldu.

Allahü teâlâ hazret-i Eyyub’u imtihân etmeyi murâd etti. Onun mallarını çeşitli vesîlelerle elinden aldı. Koyunları sel, ekinleri ise rüzgâr ile telef oldu. Şeytan çoban sûretinde ağlayarak Eyyub aleyhisselamın yanına geldi. O sırada insanlara vaaz ve nasîhatte bulunan Eyyub aleyhisselama mallarının ve servetinin telef olduğunu söyledi. Hazret-i Eyyub bu haber karşısında hiç şikâyette bulunmayarak Allahü teâlâya hamd ve şükürde bulundu ve “Üzülme! O malı mülkü bana Rabbim vermişti. Şimdi de aldı. Çünkü sâhibi O’dur.” dedi. Bu sözleri ve hareketi karşısında şeytan perişan olup, geri gitti.

Sonra Allahü teâlâ Eyyub aleyhisselamın, hocaları ile ders okuyan çocuklarının da zelzeleyle ruhlarını aldı. Bu defâ hoca şekline giren şeytan feryâd ve figân ederek Eyyub aleyhisselamın yanına geldi; “Ey Eyyub! Allahü teâlâ evini zelzele ile yıktı. Çocukların öldü. Her biri parça parça oldular.” dedi. Çocuklarına olan şefkatinden dolayı gözlerinden yaşlar gelen Eyyub aleyhisselam sabır ve tevekkül ederek, Allahü teâlâya teslimiyetini bildirdi. Şeytana da: “Ey mel’ûn! Sen İblissin. Beni Rabbime isyâna teşvik etmek istiyorsun. Şunu bil ki, evlâdım bir emânet idi. Rabbime niçin incineyim. Rabbime hamd ederim.” buyurdu. Bundan sonra Allahü teâlâ Eyyub aleyhisselamın vücuduna hastalık verdi.

Hazret-i Eyyub’un hastalığı gün geçtikçe şiddetlendi. Akrabâları, komşuları ve başkaları yanına uğramaz oldu. Yalnız hanımı Rahîme Hatun onu terk etmedi. Ona hizmetine devâm edip, ihtiyâç için neyi varsa sarf etti. Hazret-i Eyyub bu hastalık hâlinde de şikâyet ve feryâdda bulunmayıp, hamd etti ve sabır gösterdi. Bu defâ şeytan Eyyub aleyhisselamın bulunduğu şehir halkına vesvese vererek; “Onun hastalığı size geçer, onu şehrinizden çıkarın.” dedi. Şehir halkı Eyyub aleyhisselamı ve hanımı Rahîme’yi şehirden dışarı çıkardılar. Rahîme Hatun şehrin dışında bir yerde hazret-i Eyyub’a hizmete devâm etti.

Hazret-i Eyyub, yedi yıl dert ve belâ içinde kaldı. Hâlinden hiç şikâyet etmedi. Şeytan, bu defâ insan sûretinde Rahîme Hâtunun karşısına çıkıp onu Eyyub aleyhisselamın hizmetinden alıkoymaya çalıştı. Ona; “Kendine yazık ediyorsun. Hastalığı sana geçer.” dedi. Rahîme Hatun ise, şeytana; “Onun üzerimdeki hakkı çoktur, ödeyemem. Nîmet ve râhat vaktinde onunla yaşadım. Bu hastalık hâlinde onu bırakamam.” dedi. Dönüşte, olanları hazret-i Eyyub’a anlattı. Eyyub aleyhisselam da onun iblîs yâni şeytan olduğunu ve onun vesvesesinden sakınmasını söyledi. Şeytan daha sonra da Rahîme Hâtunun karşısına çıkarak, vesvese vermeye çalıştıysa da aldırış etmedi.

Hazret-i Eyyub’un hastalığı gittikçe şiddetlendi. Onun bu hâli beden, kalp ve lisânıyla yaptığı kulluk ve peygamberlik vazîfelerini iyice zorlaştırdı. O zaman Allahü teâlâya dua ve niyazda bulundu: “Bana gerçekten hastalık isâbet etti. Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin.” dedi. Allahü teâlâ onun dua ve niyâzını kabûl etti.

Birgün Eyyub aleyhisselamın hanımı Rahîme Hatun yiyecek aramaya çıkmıştı. İkindi vakti Allahü teâlânın lütuf ve müjdesi ulaştı. Cebrâil aleyhisselam gelerek Allahü teâlâdan; “Ey Eyyub! Belâ verdim sabrettin. Şimdi ben sıhhat ve nîmet vereceğim.” haberini getirdi. Allahü teâlâ; “(Ey Eyyub!) Ayağını yere vur. Çıkan sudan gusleyle ve soğuğundan iç.” (Sâd sûresi: 42) buyurdu. Bu emr-i ilâhî üzerine Eyyub aleyhisselam ayağını yere vurdu. Biri sıcak, biri soğuk, iki pınar fışkırdı. Sıcak sudan gusl edince bedenindeki, soğuk sudan içince içindeki hastalıklardan kurtuldu ve sıhhate kavuştu. Kuvveti geri geldi. Tâze bir genç oldu. Elinden alınmış olan mallarını Allahü teâlâ geri iâde etti. Çok sayıda evlâd ihsân etti veya bir rivâyette ölmüş olan oğullarını diriltti. Yüz çeviren dostları kendisine muhabbetle yöneldiler.

Eyyub aleyhisselamın hastalığı âfiyet hâline dönüşünce, o gece seher vaktinde bir âh eyledi. Sebebini sorduklarında; “Her gece seher vaktinde «Ey bizim hastamız nasılsın?» diye ses duyardım. Şimdi o vakit geldi; «Ey sıhhatli kulumuz nasılsın?» sesini duyamadım. Onun için ağlıyorum.” buyurdu.

Eyyub aleyhisselam ömrünün sonunda en olgun evlâdı olan Havmel’i vâsi tâyin etti. Techiz ve tekfin işlerini ona ısmarladı. Yüz kırk sene ömür sürdükten sonra vefat etti. Bişr isimli bir oğlunun peygamberliğinde ihtilâf olunmuştur. Onun yaşıyla ilgili başka rivâyetler de vardır. Hazret-i Eyyub’un kabri Şam’da Beseniyye denilen yerdedir.

Mucizeleri:
Eyyub aleyhisselam Allahü teâlânın emirlerini tebliğ ederken birçok mucizeler gösterdi. Bunlardan bâzıları şöyledir.

1. Eyyub aleyhiselâmın duası bereketi ile koyunların yünleri ibrişim olurdu.

2. Eyyub aleyhisselam kavminin hâkimini îmâna dâvet ettiği vakit o da; “Evimdeki direklerin kalkarak havada durmasını senden mucize olarak isterim.” demişti. Hazret-i Eyyub dua etti. Nihâyet evin direkleri düştü ve ev havada kaldı. Hâkim bu mucizeyi gördüğü hâlde îmân etmedi.

3. Eyyub aleyhisselamın duasıyla çöldeki seraplar ve dumanlar su olurdu.

Eyyub aleyhisselam güzel huylu, cömerd ve çok merhametliydi. Fakirlere, misâfirlere, yetimlere çok yardım ederdi. Bedenine, malına ve evlâdına gelen musibetlere sabredip ilâhî takdire rızâ gösterirdi. Bundan dolayı insanlık târihinde, “Eyyub aleyhisselamın sabrı gibi” darbımeseliyle anıldı. Allahü teâlâ onu bu güzel vasıfları sebebiyle Kur’ân-ı kerîmde şöyle medh ü senâ buyurdu:
“Biz onu (belâlalara) hakîkaten sabırlı bulduk. O ne güzel kuldu. Şüphe yok ki o tamâmen Allah’a dönen (bir zât) idi.” (Sâd sûresi: 44)

Eyyub aleyhisselamla ilgili olarak Kur’ân-ı kerîmin En’âm, Nisâ, Sâd, ve Enbiyâ sûrelerinde bilgi verilmiştir